Belediye Başkanlığı ile Cumhurbaşkanı Yardımcılığı Bağdaşır mı?

Son günlerin siyaset gündemini meşgul eden en önemli konulardan biri, iki büyükşehir belediye başkanının Cumhurbaşkanı Yardımcısı olarak görevlendirilmesi hususudur.

Konunun iki yönü bulunmaktadır. Birincisi siyasi yönü, diğeri ise hukuki yönüdür. Hukuki yönünün idare hukukunun konusu olması hasebiyle de, meselenin hukuki ve siyasi yönünün iç içe girdiğini söylemek yanlış olmayacaktır.

Büyükşehir belediye başkanlarının genel siyaset denklemine dahil edilmesi fikrinin; partiler arası siyasi dengeleme yanında, seçmenin ikna edilmesi ve halkta karşılık bulma saikleriyle düşünülmüş olduğu kaçınılmaz bir realite olarak karşımıza çıkmaktadır.

Bunun ne derece etkili olacağı, sürecin sonunda anlaşılacak, olumlu veya olumsuz etkileri seçim sonuçlarıyla ortaya çıkacaktır.

Konunun hukuki yönü ise daha farklı bir düzlemde değerlendirilmelidir. Baktığımızda, siyasetçilerin Anayasa hukukçularına nazaran daha çok fikir birliği içerisinde olduğunu görmekteyiz.

Bu formülü önerenler de dahil büyük bir kesim, şu an itibariyle belediye başkanlarının görevlerinden ayrılmadan Cumhurbaşkanı Yardımcısı olamayacaklarını söylerken, Anayasa hukukçularında olumlu ve olumsuz görüş belirtenler mevcuttur.

Peki bizim penceremizden durum nasıl görünmektedir?

Belirtmemiz gerekmektedir ki, Belediye Kanunu veya Büyükşehir Belediyesi Kanunu’nda Belediye Başkanlığı ile bağdaşmayacak görevler arasında Cumhurbaşkanı Yardımcılığı yer almamıştır.

Cumhurbaşkanı Yardımcısı pozisyonu, sistemimizde Bakan ile Cumhurbaşkanı arasında kamu görevi statüsünde bulunan ve merkezi idareye dahil bir pozisyon, bir görevdir. Bu açıdan bakıldığında, bir kişinin belediye başkanlığının yanında başka bir kamu görevini yürütmesi mümkün değildir.

Anayasa’mızın; “İdarenin bütünlüğü ve kamu tüzelkişiliği” başlıklı 123 üncü maddesine göre; idare, kuruluş ve görevleriyle bir bütündür ve kanunla düzenlenir. İdarenin kuruluş ve görevleri, merkezden yönetim ve yerinden yönetim esaslarına dayanır.

Yine Anayasamızın “C. İdarenin kuruluşu” bölümünde yer alan; “1. Merkezi idare” başlıklı 126 ncı maddesine göre; Türkiye, merkezi idare kuruluşu bakımından, coğrafya durumuna, ekonomik şartlara ve kamu hizmetlerinin gereklerine göre, illere; iller de diğer kademeli bölümlere ayrılır. “2. Mahalli idareler” başlıklı 127 nci maddesine göre; mahalli idareler; il, belediye veya köy halkının mahalli müşterek ihtiyaçlarını karşılamak üzere kuruluş esasları kanunla belirtilen ve karar organları, gene kanunda gösterilen, seçmenler tarafından seçilerek oluşturulan kamu tüzelkişileridir.

Yine aynı maddenin;

– Dördüncü fıkrasına göre; mahalli idarelerin seçilmiş organlarının, organlık sıfatını kazanmalarına ilişkin itirazların çözümü ve kaybetmeleri, konusundaki denetim yargı yolu ile olur. Ancak, görevleri ile ilgili bir suç sebebi ile hakkında soruşturma veya kovuşturma açılan mahalli idare organları veya bu organların üyelerini, İçişleri Bakanı, geçici bir tedbir olarak, kesin hükme kadar uzaklaştırabilir.

– Beşinci fıkrasına göre; merkezi idare, mahalli idareler üzerinde, mahalli hizmetlerin idarenin bütünlüğü ilkesine uygun şekilde yürütülmesi, kamu görevlerinde birliğin sağlanması, toplum yararının korunması ve mahalli ihtiyaçların gereği gibi karşılanması amacıyla, kanunda belirtilen esas ve usuller dairesinde idari vesayet yetkisine sahiptir. 

Anayasamızın bu üç maddesi değerlendirildiğinde, merkezi idarede kapsamındaki bir kamu görevi ile bir yerinden yönetim kuruluşu olan belediye başkanlığı görevinin aynı kişi uhdesinde birleşmesi, anayasamızdaki; idarenin merkezi yönetim ve yerinden yönetim ayırımı ile merkezi idare ve mahalli idare ayırımına aykırıdır.

Bu aynı zamanda merkezi idarenin mahalli idareler üzerindeki vesayet yetkisinin ruhuna aykırıdır, bu yetkinin kullanılmasını imkânsız hale getiren bir husustur.

Vesayet yetkisi; bazen İçişleri Bakanı, bazen diğer merkezi idare kuruluşları ve bazen de merkezi idarenin temsilcisi olan Valiler tarafından kullanılmaktadır. İçişleri Bakanlığı denetim elemanları, belediyeler üzerinde denetim görevi yürütmektedirler. Böyle bir uygulama, vesayet ve hukuka uygunluk denetimini ortadan kaldıracaktır.

4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun’un 3 üncü maddesine göre; büyükşehir belediye başkanları, il ve ilçe belediye başkanları; büyükşehir, il ve ilçe belediye meclisi üyeleri ile il genel meclisi üyeleri hakkında soruşturma izni verme yetkisi İçişleri Bakanına aittir.

İçişleri Bakanı, hükümette hiyerarşik olarak alt düzeyde bulunduğu bir Cumhurbaşkanı Yardımcısına, belediye başkanlığı görevindeki eylemlerinden dolayı soruşturma izni veremeyecektir. Bunun pratiği söz konusu olamayacaktır.

Özet olarak söyleyebiliriz ki; bir belediye başkanının Cumhurbaşkanı Yardımcısı olması;

1. Kamu idare yapısının iki unsuru olan merkezi yönetim ve yerinden yönetim ayrılığının sonucu ortaya çıkan görevlerin tek kişide birleşmesine, 

2. Mahalli idare ve merkezi idare ayırımının iç içe girmesine, bir anlamda ortadan kalkmasına, 

3. Merkezi idarenin mahalli idare üzerindeki vesayet denetiminin anlamsızlaşmasına, bir nevi ortadan kalkmasına,

sebebiyet verecektir.

Ancak burada, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi özelinde şu tespiti de yapmamız gerekir. Cumhurbaşkanı Yardımcısının, görev itibariyle merkezi idarenin mahalli idareler üzerindeki vesayet yetkilerinin kullanılması ile ilgili tanımlanmış hiçbir görevi bulunmamaktadır. Bu açıdan baktığımızda, söz konusu Cumhurbaşkanı Yardımcılarının (Belediye Başkanı) Cumhurbaşkanlığına vekalet etmedikleri sürece Anayasamızda anlamını bulan vesayet yetkisinin kullanılması noktasında bir sorun da olmayacaktır.

Böyle bir uygulamanın bazı Avrupa ülkelerinde (Fransa) pratiği ve hukuku olmasına rağmen, ülkemizde pratiği bulunmamaktadır. Bu nedenle merkezi idarenin; Anayasadaki idarenin bütünlüğü ilkesi çerçevesinde mahalli idareler üzerinde İçişleri Bakanı üzerinden yürüttüğü hukuka uygunluk denetimini de, kabinedeki pozisyonlar itibariyle işlevsiz hale getirebilecektir.

Böyle bir önerinin hukukunu oluşturmak, diğer bir ifade ile yasal altyapısını oluşturmak sadece kanun değişikliği değil, Anayasa değişikliğini de gerektiren sistemsel bir boyut taşıyabilecektir.