Sen Gelme Namın Gelsin!

Belediyelerimiz, bire bir vatandaşa hizmet eden kamu tüzel kişiliğini haiz ancak çalışma modelleri diğer kamu kurumlarından, hatta diğer belediyelerden farklılık arz eden kurumsal yapılardır.

Seçimle iş başına gelen belediye yöneticileri, vatandaş memnuniyetini ön planda tutmanın yanı sıra kamuoyu önünde algılarını yönetebilmek için de yoğun çaba sarf etmektedirler. Algı yönetimi, yürütülen çalışmalar özelinde olabildiği gibi belediye başkanlarının kişilikleri, kişisel özellikleri üzerinden de yürütülmektedir. Algı yönetiminin en önemli araçlarından biri ise sosyal medyadır. Bunun yanında algı yönetiminde iyi bir halkla ilişkiler yönetimi, etkili bir basın yayın faaliyeti ve tanıtım stratejileri de önemli bir paya sahiptir.

Özel sektörün önemli mottolarından biri “memnuniyetini dostlarınıza, şikayetinizi bize iletin” şeklindedir.

Artık iletişim öyle bir hale gelmiştir ki memnuniyet de, memnuniyetsizlik de hızlı bir şekilde sosyal medya, görsel ve yazılı medya aracılığıyla yayılmaktadır. Bu hızlı yayılımın arasına sıkışan mesajların hepsinin doğru olduğunu söyleyebilmek ise her zaman mümkün olmamaktadır. 

Bu açıdan, belediyelerimiz için kamuoyunu doğru bilgilendirmek, gerçekler temelinde algıyı sağlıklı ve doğru yönetebilmek çok önem arz etmektedir. Bu noktada, belediyelerin basın ve halkla ilişkiler birimlerine, sosyal medya yöneticilerine büyük iş düşmektedir.

Belediye başkanının geliştirdiği dil, dolayısıyla topyekün belediye kadrolarının uyguladığı iletişim dili, toplumu etkileme açısından çok büyük önem arz etmektedir. Belediye yönetimlerinin hayata geçirdiği uygulamalar, yürüttüğü çalışmalar iyi bir strateji ile vatandaşa iletilmeli, belediye başkanlarının ne denli çalışkan, dürüst, projeci vb. özelllikleri olduğu da iyi aktarılmalıdır.

Zira belediye başkanına güvenen vatandaş, belediye hizmetlerine katılım konusunda daha etkin rol alabilecektir.

Bugün algı yönetimi dediğimiz şey, geçmişte çobanın Köroğlu’na dediği “Beyim sen gelme, namın gelsin” sözünden farklı bir şey değildir.

Peki, neydi o hikaye! 

“Dağların namlı efsanesi Köroğlu günün birinde, bir dağ başında koyunlarını otlatan bir çobana rast gelir. Günlerdir aç olduğunu ve bir kuzuyu kendisine getirmesini ister. Çoban karşı çıkınca aralarında tartışma başlar, daha sonra da bu tartışma kavgaya dönüşür.

Çoban, Köroğlu’nu tuttuğu gibi yere serince, Köroğlu: “Sen benim kim olduğumu biliyor musun? Ben Köroğlu’yum. Ne yapıyorsun?” der.

Çoban buna aldırmaz, küçümser.

Köroğlu sinirli ve keyifsiz bir şekilde obasına varır.

Köroğlu’nun bu durumunu gören adamları, merakla bu durumunun sebebini sorarlar. O da anlatır ve iki adamına talimat verir.

“Gidin, o sürünün en iyi koyununu alın ve gelin.”

Adamları giderler. Çobana;

“Bizi Köroğlu gönderdi. Sürünün en iyi koyununu almaya geldik” derler.

Çoban; “Tabii ki, buyurun seçin” der.

Bir süre sonra seçtikleri koyunla gelirler. Çoban;

“En iyisini bulamadınız. Onu bırakmayın, bekleyin” der. Gider, kendisi bir tane getirir.

“En iyisi budur. Bunun yanında, sizin aldığınızı da götürün. Beyimize de selam söyleyin” der.

Bu durumu gören Köroğlu hem meraklanır, hem de hiddetlenir. Bizzat kendisine koyunu vermeyen çoban nasıl olur da adamlarına hem de iki koyun verir?

Atına atlar ve doğruca çobana gider. Daha önce uğradığı muameleyi ve sonradan oluşan durumu anlatarak bunun nedenini merak ettiğini söyler. 

Çoban biraz da mahcup bir edayla Köroğlu’na;

“Beyim sen gelme, namın gelsin yeter…” der.”

Son cümle yanlış anlaşılmamalıdır, algıyı yönetirken benim gitmeme gerek yok dememeliyiz. 

Her zaman vatandaşın yanında, vatandaşın hizmetinde bir belediyecilik, arzu edilendir.