Göç Sorunu ve Toplumsal Yansıması

Göç konusu, son birkaç yıldır ülkemizin gündemini yoğun olarak meşgul eden konulardan biri halindedir. Özellikle 2011 yılından bu yana Suriyelilerin, sonrasında da özellikle Afganların, kendi ülkelerinde yaşanan durumlardan sonra ülkemize doğru gerçekleşen göç hareketleri, farklı çevrelerce ve farklı durumlar çerçevesinde konuşulmaktadır.

Ancak göçmen, sığınmacı ve mülteci kavramları, henüz halk arasında yeterince açığa kavuşturulamamıştır. Literatürdeki karşılığında; göçmen kavramı, ülkesinden kendi rızası ile ve gönüllü olarak ayrılıp başka ülkelere göç eden kimselere vurgu yapmakta iken sığınmacı ve mülteci kavramları biraz daha girift kavramlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Mültecilik, yasal bir statüye karşılık gelmektedir. Kendi ülkesinde, birtakım (ırk, din, kimlik vb.) durumlar neticesiyle hayati endişesi bulunan kimselerin; bahsi geçen sebeplerle ülkesinden ayrılıp başka ülkelerden uluslararası anlaşmalar gereği hukuki koruma sağlayabilmesi durumudur. Sığınmacı ise, benzer durumlarla, aynı endişeleri taşıyan ancak henüz yasal bir dayanak elde edememiş olan kimselere işaret etmektedir. Yani her sığınmacının olumlu cevap alıp göç etmiş olduğu ülkede yasal statüye erişebileceği durumu kesin değildir.

Kısa bir teorik anlatımdan sonra ülkemizde artık gözle görünür sosyal bir sorun alanı olarak da karşımıza çıkan göç konusunun toplumsal yapıdaki yansımalarına değinmek isteriz.

Ülkelerin demografik yapıları, ekonomik durumları, sosyal ilişkileri kendi has ve özel durumları barındıran unsurlardır. Değişen toplum yapısı, küreselleşme, teknolojinin gelişimi, sağlık alanındaki ilerlemeler ve daha pek çok etken, bu yapının zaman içinde değişmesine kaynaklık etmektedir. Ancak bahsi geçen değişimler daha çok manevi kültür unsurlarını da içermektedir ve manevi kültür unsurları kendi akışı içinde yavaş değişen bir özellik sergilemektedir. Özellikle kültür ile bağlantılı değişimler, kısa vadede ve ani bir şekilde yaşanırsa; kültür şoku, zorla kültürlenme, kültürel yozlaşma, yabancı korkusu ya da düşmanlığı olarak da anılan zenofobi ve buna benzer pek çok durum, ortaya çıkması kaçınılmaz hale gelebilmektedir.

Göç konusunun ekonomik etkileri kadar sosyal etkileri üzerine yoğunlaşmakta fayda vardır. Bir ülkenin ferah ve huzur içinde yaşayabilmesinin ekonomi kadar, sosyal ilişkilerin de iyi yönetilmesine bağlı olduğu unutulmamalıdır. Yani ülkede meydana gelmesi beklenilen göç faaliyetinin kontrol altında ve geniş bir perspektifle yönetilmesi gerekmektedir. Toplam nüfus içindeki oranları giderek artan Türkiye’deki mülteci ve sığınmacılar konusunda sosyal yansımalar gün geçtikçe farklılık göstermektedir. Bunda göç edenler hakkında yayılan haberlerin etkisi kadar halkın sürecin yönetimi konusundaki endişelerinin de etkisinin olduğu düşünülmektedir.

Mevcut haliyle göç sorunu barındırdığı etkiler çerçevesinde değerlendirildiğinde, aslında günümüzün değil; birkaç on yıl sonranın konusu halinde de değerlendirilebilmektedir. Yapılan araştırmalar göstermektedir ki, ülkeye gelmiş olan yabancıların, ülkede kalma süreleri uzadıkça, kendi ülkelerine geri dönme ihtimali azalmaktadır. Yani ülkemize gelmiş ve uzun süredir ülkemizde olan kişiler; Türkiye’de bir düzen kurmakta, çoğalmakta ve dünyaya gelen çocuklar da yetişkinliğe doğru yol almaktadır. Dil ve uyum problemleri nedeniyle nitelikli bir eğitim alamayan ve herhangi bir iş kolu için yetiştirilemeyen bu çocuklar, daha ileri yaşlarında daha sıkıntılı durumların içinde yer alma potansiyeli de taşıyabilmektedir. Bu noktada da halktan yansıyan endişelere kulak verilmesine ve sürece ivedilikle çözüm bulunmasına olan ihtiyaç gün geçtikçe artmaktadır. Çünkü sosyal problemler, göz ardı edildiği her gün; çözüme kavuşmanın aksine, içten içe büyüyebilmekte ve ortaya çıkan yeni sonuçlar daha yıkıcı etkileri de beraberinde getirebilmektedir. Topyekûn dünyayı ilgilendiren sorunlara, tüm dünyanın ortaklaşa çözüm üretebileceği ve hatta her şeyden önce savaşların hiç yaşanmayacağı günlere ulaşabilmek ümidiyle…