Afetle Mücadele mi, Polemik Fırsatçılığı mı?

Kadim bir söz vardır: “Bir müsibet, bin nasihattan evladır” diye.

Ama sanırım, bu söz bize göre değil. Biz ne nasihattan anlar olduk, ne de musibetten ders çıkarır bir durumdayız.

Allâhu a‘lem devam ediyoruz. Hiç şüphesiz Allah daha iyisini bilir. Ancak, ders çıkarmak, tedbir almak bizim görevimiz, sorumluluğumuz, olmazsa olmazımız olmalı.

Son zamanlarda bir şeye alışır olduk ve bu hiç şaşmıyor. Başımıza bir felaket geldiğinde, olumsuz bir olay olduğunda hemen toplum ikiye ayrılıyor. 

Bir kısım, felaket hangi boyutta olursa olsun, yetkililerin acaba bir ihmali var mı diye düşünmeden, hemen savunmaya geçip, yetkili olmayan grup, zümre ve kesimlerin üzerine abanıyor.

Bir kısım, felaketin boyutundan ziyade nedenlerine, alınmış ve alınmamış önlemlerin felaket üzerindeki etkilerine bakmaksızın topyekün bir anlayışla iş başındakileri suçluyor.

Günlerdir ülkemiz fevkalade bir afetle karşı karşıya. Daha sebepleri dahi tam belli değil, nasıl durdurulacağı ve/veya duracağı konusunda öngörümüz yokken, TV’lerde, köşelerde, sosyal medyada, kahvehanelerde, WhatsApp gruplarında aslı astarı belli olmayan paylaşımlar, ifadeler, yargılarla bir tartışmadır gidiyor.

Tartışalım, tartışalım tabi, ancak bu tartışmanın şu anki mevcut durumu çözecek bir etkisi olsun bari.

Hayır!

Fırsatı bulduk ya. Yangın için gerekli önlemler alınmadı, tedbirli davranılmadı diye eleştirenleri (ki, bu durum tespit edilmeli ve yetkililer hesap vermelidir) neredeyse vatan haini, yangını çıkaranlarla işbirlikçi ilan edebiliyoruz.

Karşı taraftan, gerekli tedbirleri almayanları, yetkilileri de aynı şekilde eleştirirken, yangın ortada yokken çıkan bir Kanun üzerinden başka sonuçlar öngörerek eleştirebiliyoruz.

Sözü uzatmayalım, yangın her zaman mümkün olabilecek bir durumdur. Ancak, Devleti yönetenlerin görevi, muhtemel felaketleri öngörüp, vukuundan en az kayıpla önlenmesini sağlayacak tedbirleri almış olmaktır. Bu; yangın söndürme ekipmanından, koruyucu önlemlere kadar bir çok hususu kapsayabilir.

Orman Kanunu, ormanların yangından korunması ve orman yangınlarına müdahale görevini orman idaresine vermiştir.

Belediyelerin de görev alanları içerisinde çıkan yangınlarla ilgili önleyici, koruyucu ve ortadan kaldırıcı önlemler alması görevleridir.

Ancak, yine biliyoruz ki yangın vb afetlerde, görev alanı sınırlaması, lokasyon tahditi vb söz konusu değildir.

Devlet yönetimi oluşturacağı kriz yönetimleri ile gerekli koordinasyonu sağlayarak, çözüm üretmek mecburiyetindedir.

Yöneticilerin, böyle kriz anlarında başka kurumları suçlamaları, başka kurumların görevlerini yapamadıklarını ifade etmeleri kabul edilebilir bir durum değildir. Bu nedenle, böyle bir yangın afetinde elinde itfaiye teşkilatı ve afet için müdahale gücü bulunan tüm kuruluşlar, kriz yönetimiyle koordine edilmelidir.

Bunu yapamayıp, üstüne üstlük belediyelerin meskun sahalarda noksan kalması nedeniyle onlara destekten dolayı orman alanlarının yanmasına müsaade edilmek mecburiyetinde kalındığını dile getirmek, büyük bir talihsizlik olmuştur.

Yine, böyle bir yangın afetinden sonra hangi suçluluk psikolojisi veya hangi algıyı yönetmek maksadıyla olduğuna akıl erdirilemeyecek bir şekilde, bir kamu görevlisinin “öyle evler yapılacak ki, evi yanmayanlar keşke bizim evlerde yansaydı diyecekler” kabilinden beyanatta bulunması kabul edilebilir değildir.

Başta eleştirdiğim duruma sanırım ben düştüm. Bende, eleştirdim. Onun için susup, bu afette hayatını kaybeden yurttaşlarımıza Allah’tan rahmet, ülkemize geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.

Unutmayalım, giden sadece insan hayatı değil, orada sesini duymadığımız birçok can gitti, bölgelerin ekolojileri değişti. 

Kısaca canımız yandı, ciğerlerimiz söndü!

Umarım ders çıkarır, bundan böyle tedbirli davranırız.