Yeni Dünya Düzen(eğ)i: Demokrasiz Demokrasiler

Eski Yunan’ın “yurttaşları” 2500 yıl önce kendi yöneticilerini seçerek önemli bir yönetim deneyimine imza atmışlardır. Eski Yunan’da ilk uygulamaları ortaya çıkan “demokrasi”, 19. yüzyılla birlikte Batı ülkelerinde toplumsal yaşama girmiştir. Fransız Devrimi sonucunda yaygınlaşan özgürlük, eşitlik ve kardeşlik fikirleri demokrasinin gelişimine çok önemli katkılar yapmıştır. Kölelik kalkmış, özgürce karar verebilen bireylerin eşit haklarla ve kardeşçe yaşaması temel amaç olmuştur. Kısa da olsa belli bir dönemde başarı sağlanmış, ardından temsili demokrasiler Gencay Şaylan’ın da belirttiği gibi “önlenemez bir krize” girmiştir.

İçinde bulunduğumuz dönemde temsili demokrasiler için tehditler nelerdir? 

Birincisi, özellikle başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere liberal demokrasilerin egemen olduğu gelişmiş ülkelerde, kitle iletişim teknolojilerindeki ilerlemeyle birlikte yaygınlaşan “toplumun manipülasyonu” olgusudur. Noam Chomsky ve Edward Herman tarafından 1988 yılında yayınlanan “Rızanın İmalatı: Kitle Medyasının Ekonomi Politiği” isimli eserde, Amerika Birleşik Devletleri’nde medya kanalıyla gerçekleştirilen “toplum mühendisliği” örnekleri yer almaktadır. Demokratik düzen, toplumun kendi yöneticilerini seçtiği ve halkın karar alma mekanizmalarına dahil olduğu rejimdir. Ancak siyasal iktidarlar, ülke yönetimini ve karar alma mekanizmalarını “topluma bırakılamayacak kadar önemli” konular olarak gördüklerinden, bireylerin taleplerinin özgürce oluşmasına izin vermemektedirler. Bireylerin iktidarlardan beklentilerini yine siyasal iktidarlar belirlemekte, ardından bireyler bu beklentilerin “kendi ihtiyaçları” olduğuna inandırılmaktadır. İktidarların kendilerine servis ettiği “taleplerin” toplum tarafından yönetime iletmesiyle demokratik düzenin işlediği varsayılmaktadır.

Başka bir ifadeyle demokrasi, toplumun rızasına dayalı bir yönetim olması gerekirken, toplumun rızasının iktidara yansıması değil, iktidarın toplumun rızasını biçimlendirdiği bir düzen(ek) haline gelmektedir. Demos’un (halkın) kratos’u (yönetimi/iktidarı) belirlediği rejim olan demokrasi, kratos’un (yönetimin/iktidarın) demos’u (halkı) biçimlendirdiği bir yapıya dönüşmüştür.

Demokrasi için ikinci tehdit, gelişmekte olan ülkelerde oldukça yaygınlaşan bir anlayıştan kaynaklanmaktadır. Bookchin’in “Kentsiz Kentleşme” adlı yapıtında da belirttiği gibi, “halkın kendi kendini yönetmesi anlamına gelen demokrasi kavramı, halkın temsilcileri vasıtasıyla yönetmesini de içeren cumhuriyetçi görüşün içinde erimekte” ulusal düzeyde olduğu gibi yerelde de demokratik yönetim değil, seçimle gelmiş karar mekanizmalarının varlığı söz konusu hale gelmektedir. Seçim=demokrasi düşüncesi, demokrasinin değerini ve anlamını yitirmesine sebep olmaktadır. En az seçimler kadar önemli olan, temel haklara saygı, kuvvetler ayrılığı, basın özgürlüğü, yargı bağımsızlığı, hukukun üstünlüğü gibi kriterler demokrasilerde göz ardı edilebilmektedir. Seçimler, 2-7 gibi yıl aralıklarıyla yapılırken, temel haklara saygı ya da basın özgürlüğü gibi değerler kesintisiz sürdürülmesi gereken demokratik gereklerdir. Seçimler ülkeyi kimlerin yöneteceğini belirlemekte, nasıl yönetileceği konusunda bir sonuç üretmemektedir. Bu durumda seçimler, ülkeyi yönetenlerin değişmesi dışında bir anlam da ifade etmemektedir. Ayrıca, demokrasiyi seçimden ibaret gören yönetim anlayışında, halkın seçim gününün ertesinde yönetim alanının dışına çıkarılması da ihtimal dahilindedir. Bu durumda seçimler, “halkın kaç yılda bir ülke yönetiminden uzaklaştırıldığını” göstermek dışında bir anlam ifade etmeyecektir.

Gelişmiş ülkelerde kitle iletişim teknolojilerinin yaygınlaşması ve toplum mühendisliği yöntemleriyle “rızanın imalatı” ve az gelişmiş ülkelerdeki demokratik kurum ve kurallarının kurumsallaşamaması karşısında demokratik düzenin geleceği en önemli siyasal tartışma konularından biri haline gelmektedir. Bu durumda, yerel, federe, federal, ulusal ya da küresel ölçekte, gelişmiş ya da az gelişmiş toplumsal yapılarda temsili demokrasinin krizinin önlenmesi güç görünmektedir. Bu durumda, temsili demokrasinin “temsil” dışında bir yönü de kalmamaktadır. 

Acaba temsili demokrasinin “temsil”i ne kadar isabetle gerçekleşmektedir? Bu da demokrasilere yönelik üçüncü tehdidi göstermektedir. Demokrasinin doğuşu olarak tanımlanan şehir devletlerindeki yönetim mekanizmalarındaki “yurttaş” katılımı nasıl ki toprak sahiplerini ve soyluları ifade etmekteyse, vatandaşlık da ulusal siyasete zaman ve para harcayacak ekonomik ve siyasi gücü olan “yurttaşları” ifade etmektedir. Bu bakımdan, ironik de olsa demokrasinin “özüne döndüğü” değerlendirmesi yapılabilir. Seçimlerde önüne getirilen milletvekili, belediye başkanı ya da senatör adayları arasında tercih hakkına sahip “seçmen yurttaşlar” ile bu adayları belirleme gücüne sahip, “seçen yurttaşlar” denkleminde iktidarlar belirlenmektedir. Halk seçimlerde önlerine getirilen temsilci adaylarına oy vermekte, kendi temsilcilerini belirleme gücüne sahip olamamakta, belli çevrelerce belirlenmiş temsilcilerden birine oy verme olanağıyla yetinmektedir. Kısacası, yurttaşlar seçen değil, önüne konan alternatiflerden birine oy vermek zorunda kalan bireyler durumuna düşmektedir.

Sonuç olarak modern toplumun yönetim modeli olan demokratik düzenin ya reformize edilmesine ya da yeni bir alternatife ihtiyaç bulunmaktadır. Ancak, mevcut dünya demokrasilerinin yeni bir düzen üretme kapasitesi ise çok zayıf gözükmektedir.