Katili Olduğumuz ÇEVRE, Yakında Katilimiz Olacak!

Mülkiyet hakkı önemlidir. İnsana sınırsız tasarruf hakkı sağlar. Yeter ki, bu tasarruf hukuk çerçevesinde, toplumsal düzene ve bireylere zarar vermeyecek, haklarını ihlal etmeyecek şekilde olsun! Bu kuralın mefhumu muhalifinden yola çıkarsak, mülkiyeti bizim olmayan üzerinde istediğimiz gibi tasarrufta bulunma hakkımız mevcut değildir. Bizim gibi görünen, bizim emanetçi olduğumuz birçok şey vardır. Yunus Emre’nin ifade ettiği gibi;

“Mal sahibi, mülk sahibi,

Hani bunun ilk sahibi?

Mal da yalan, mülk de yalan,

Var biraz da sen oyalan.”

Aslında, Yunus’un da ifade buyurduğu üzere dünyada “mutlak” bir mülkiyet hakkı da mevcut değildir. Bizim sandıklarımız, geçmişten bize kalan ve bizden sonrakilere devretmek üzere tasarruf hakkını kullandığımız meta veya haklardan öte değillerdir.

Bu nedenle, nefesini soluduğumuz, suyundan yararlandığımız ve kaynaklarını kullandığımız kısaca çevre olarak adlandıracağımız evren, bizim değildir. Geçmişimizden bize intikal eden, ancak aldığımız gibi, hatta aldığımızdan daha iyi bir şekilde gelecek nesile intikal ettirmek zorunda olduğumuz bir olgudur!

Çağımızın en önemli hastalığı, sorunu, iflah olmaz arızası, şüphesiz çevre kirliliğidir. Bu öyle bir hastalıktır ki, virüsü de tedavi edecek olanı da aynıdır!

Hastalığı doğuran etkenler insanın aç gözlülüğü ve hoyratlığı, bu hastalığı tedavi etmesi beklenen de insanın kendisidir. Hukukumuz, çevrenin korunması konusunda bir çok kamu kurumuna ve tabii ki belediyelerimize de birçok görev yüklemiştir. Ancak, en önemli görevin bireylerde olduğuna da şüphe yoktur. Hiçbir caydırıcı önlem ve tedbir, bireysel olarak bilinçli davranmadığımız sürece çözüm olmamaktadır.

Ülkemizde, yerleşim alanlarının çoğunda atık depolama veya bertaraf tesis alanı bulunmamaktadır veya mevcutlar da çok yetersiz kalmaktadır. Sanayi kuruluşlarımızın külliyetli bir kesimi, çevre konusunda duyarlı olmadığından havayı, suyu, denizleri ve nihai olarak çevremizi kirletmektedir. En müşahhas örneği bugün Karadeniz ve Ege’nin sularıyla birleşen Marmara’daki deniz salyası felaketidir. Bu sadece bir çevre kirliliği değil, bir hayatın, denizlerdeki yaşamın yok edilmesi sonucunu doğurmaktadır.

Buna sebep olan doğal çevre koşulları yanında beşerî unsurları göz ardı etmemek ve artık felaket seviyesine gelmekte olan bu durumun önlenmesi için ivedilikle çalışmalara başlamak elzemdir. Biz yukarıda ifade ettiğimiz gibi, üzerinde yaşadığımız yer kürenin bizim malımız değil, “var biraz da sen oyalan” babında emanetçisi olduğumuzu anladığımız an sorun çözüm yoluna girmeye başlayacaktır.

Daha iyisini yapamıyorsak bile, en azından sahip olduğumuzu korumamız, kirletmememiz önemlidir. Bu konuda, belediyelerimize ve yöneticilerine mühim görevler düşmektedir. Katı atıkların bir kısmı, göllere, nehirlere deşarj edilmekte, birçok belediyenin sağlıklı kanalizasyon şebekesi ve arıtma tesisi bulunmamaktadır. Bu durum acıklı bir durumdur. Özellikle belediyelerimiz, artık yatırımlarının çoğunu çevreye, doğal kaynakların muhafazasına ayırmak zorundadırlar. 

“mış” gibi yaşamayı/yapmayı bırakmanın vakti geldi de geçmiştir. Bugün gelinen ve gelecekte daha fazlasının bizi beklediğini bildiğimiz çevre sorunları, iklim değişikliğinden kuraklığa, doğal yaşamın yok olmasından insan sağlığına kadar her şeyi tehdit eder boyuttadır.

Kağıt üzerinde yazan müeyyideler değil, yüreğimize nakşettiğimiz ve içselleştirdiğimiz çevre bilinci evreni ve dolayısıyla geleceğimizi kurtaracaktır. Biz kanunlara, ceza almamak için değil, uyulması gereken kurallar ve uyulduğunda adaletin tecelli edeceğini düşündüğümüz için riayet ettiğimizde, buna inandığımızda adil bir dünyada yaşamaya başlayacağız. Hak, hukuk sadece insanlar arasında değil, bizi besleyen, soluduğumuz havayı bize sunan çevre ile insanlar arasındadır aynı zamanda.

Üzülerek ifade etmeliyiz, kanunlar da yer alan çevreci kurallar, bir çoğumuz için sadece “mış” gibi babındandır. Sanayici için de öyledir, vatandaş içinde öyledir, belediye için de, merkezi idare için de öyledir. 

Trilyonlar kazanırken fabrikasının bacasına filtre taktırmayan sanayici/fabrikatör ile içtiği suyun pet şişesini doğaya/nehire/denize atan asgari ücretli işçinin çevreye verdiği zararın bir birinden hiçbir farkı bulunmamaktadır. Atalarımızın dediği gibi “azdan az, çoktan çok” sonucudur olan. Miktar farklı olsa da, oran aynıdır.

Kanalizasyonunu arıtmadan denize döken metropol belediye ile çöpünü dere yatağına döken belde belediyesi de yukarıda verdiğimiz örnektekinin başka bir versiyonudur. 

Belediyenin arıtmasının olmadığına kızarken, elindeki çöpü uluorta yerlere atan köydeki vatandaş ile içtiği sigaranın dumanını karşısındakinin yüzüne üfleyen şehirli vatandaşın fiilleri arasında neden/sonuç ilişkisi açısından hiçbir fark yoktur.

5 Haziran Dünya Çevre Günü

Suçluyuz! Hiç kimse bahane aramasın hepimiz suçluyuz!!!

Ergene’yi de biz perişan ettik, Marmara’yı da biz öldürdük. Konya ovasını da biz kuruttuk, Tuz Gölü’nü de biz yok ettik.

Karadeniz’in vadilerinde bulunan dereleri de biz susuz bıraktık, göç eden kuşların konaklayacağı gölleri de biz yok ettik.

Kafanızı önünüze eğmeyin!!!

Katilsiniz!!!

Katiliz!!!

Ergene’deki turna, kara sazan, kızıl kanatı da, Karadeniz’in derelerindeki kırmızı benekli alabalıkları da biz öldürdük, İzmir Çiğli’de ki flamingonun da, Rize’deki atmacanın da kanadını kırdık. 

Daha hangi katliamları mı yaptık…

Eğer, burada yazacaklarımı anlayacak ferasetin varsa, yazmama gerek yok! Çık dışarı. Dağlara, nehirlere, denizlere, ovalara bak. Eserin sana cevabı verecektir!!!

Beden ve ruh sağlığını, çevre sağlığından bağımsız düşünmemiz söz konusu olamayacaktır, olmamalıdır. 

İnsan; çevre sorunlarının öznesi, faili, suçlusu, katilidir. Katili idam etmemiz gerekmez, ancak ruh halini iyileştirebiliriz. Katilin ruh halini iyileştirmezsek, bilmeliyiz ki çevre bizi idama mahkum edecektir.