Doğu Karadeniz İzlenimleri-2: Belediyeler; İnsanı Yaşatır, Kaynağı Yaratır

Ülkemizin değişik bölgelerine ziyaretlerimiz oluyor. Birkaç hafta önce, Doğu Karadeniz bölgesinde gerçekleştirdiğimiz belediye ziyaretleri münasebetiyle izlenimlerimizi bir önceki yazımızda sizlerle paylaşmıştık. 

Yazımızda öncelikle, belediyelerimizin karşı karşıya olduğu kayıt dışı yerleşik nüfusun yansımaları üzerinde durduk. İzlenimlerimizin devamı niteliğindeki bu yazımız biraz gecikti, zira araya yıllardır her platformda ısrarla dile getirdiğimiz sözleşmelilerin kadro meselesinin girmesi nedeniyle, konunun önemine binaen bu meseleye öncelik verme ihtiyacı hissettik.

Bu değerlendirmemiz ise; belediyeler için ifade edilen “Bir Adam Asamaz, Bir Para Basamaz” ironisi üzerine olacak.

Bu ifadeye çok yerde rastlıyoruz, ancak son ziyaretimizde gördük ki, bu ifade hemen hemen tüm belediye başkanlarımızca dile getirilir duruma geldi.

Bu ifadeye hiç ısınamadığımı, kullanılış amacı nedeniyle de sakıncalı bulduğumu ifade etmeliyim. 

Bu tabirin daha çok “belediyelerin yapamayacağı hiçbir şey yoktur” anlamında kullanıldığını düşünürsek, bir nebze hukukun askıya alınması anlamına da gelebileceğini ifade etmeliyiz. Bu söz ile öyle geniş bir yelpaze çiziliyor ki, belediyelerin “adam asma” ve “para basma” dışında her şeyi yapabileceği anlamını çıkartmak hiç de zor olmuyor.

Bu açıdan baktığımızda, sakıncalı bir durum! Son zamanlarda bunu, belediyelerimizin birçok danışılanının tavrından da anlıyoruz, “yap, bir şey olmaz”cılar, muhtemelen yukarıda ifade ettiğimiz bu ironiye dayanıyorlar. 

Belediyeleri ve belediye yöneticilerini “ifrat ve tefrit” arasında, yani aşırı uçlar arasında bırakacak duruma sokmak, hele bunu hukuki konularda, güvenilen(!) kişilerin yapması kabul edilebilir bir şey değildir. Bu bakış açısı, zamanla yöneticilerin, karar vericilerin ve uygulayıcıların hukuktan uzaklaşmasının yolunu açacak alışkanlıkları beraberinde getirebilir.

Ancak, hemen ifade etmeliyiz ki temas ettiğimiz belediye başkanlarımız ve yöneticileri bu ifadeyi, esasında belediyelerin üstlendikleri sorumluluklar bağlamında, hayatın her aşamasına dokunur ve müdahil olma konumunda olmalarını ifade için kullanıyorlar. Bu sevindirici: Çözüm adına sevindirici, hukuk adına sevindirici.

Bahsini ettiğimiz ifadeyi kullanırken, tabii ki hiç kimse belediyelerin insanı idam edeceğini veya para basacağını ihtimal dahilinde tutarak kullanmıyor. Sadece, örneklendirmeyi uçlarda yaparak, yapabileceklerini ortaya koymaya çalışıyor.

Bu ifadeyi bize söyleyenlere, şu karşılığı vermeyi yeğliyoruz: “Belediyeler; insanı yaşatır, kaynağı yaratır.” 

Evet, belediyeler insanı yaşatır. Doğumdan, mezara kadar insana hizmet etmekle mükellef olan belediyeler; etkin, verimli, hemşehrilerine konfor alanı yaratan, ekonomik, sosyal, kültürel ve sanat açısından dolu, insanca yaşanabilir hizmetleri sunduğunda, “insanı yaşatır”. Bunu yapamayan, hemşehrilerine konfor alanı sunamayan, ekonomik ve sosyal hayatı geliştirici icraatlara imza atamayan belediyeler de yaşanabilir bir kent oluşturamadıkları için, hemşehrilerine “yaşanamaz bir ortamı” sunarlar. Yani, insanca yaşama haklarını ellerinden alırlar.

Tarihe mal olan “İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın” sözünü sarf eden Şeyh Edebali; hiç şüphesiz insanları yaşatmayı kastederken, onları yedirip içirmekten bahsetmemiştir. Şeyh Edebali bu sözü; Devleti var edenin insan olduğu gerçeğinden yola çıkarak, insanlara; insan onuruna yakışan şekilde yaşam şartları sunmanın, kimliği ve kişiliği mevcut bireyler yetiştirmenin, insana insan olduğu için değer vermenin, temel insan haklarını yaşama fırsatı sunmanın, yetişmesine katkı sağlamanın öneminden, değerinden bahsediyor. Kısaca, “Devlet, insana hizmet ettikçe, bunu da insanca yaşamaya vesile kılarak, adil oldukça iyi bir devlet olur.” demek istiyor Edebali. 

İnsanca yaşama imkanı sunmadığımız her bireyi, mecazi de olsa aslında öldürmüyor muyuz? Cevaplanacak soru budur esasında.

Peki, belediyelerin para basması nasıl değerlendirilebilir. Esasında bu, “idam edememeye” kıyasla daha kolay izah edilebilir bir kavramdır. Mecazen diyoruz ki “belediyeler para basabilir”: Kaynaklarını etkin kullanan, kentin ekonomik hayatına olumlu dokunuşlar yapan, istihdamı artırıcı yatırımları önceliğine alan, hepsinden önemlisi belediyenin kaynaklarını iyi değerlendiren; kentin değerlerine yeni değerler katan belediyeler kaynak yaratmış, değere değer katmış, yani “para basmış” olurlar.

Kısacası; insanların insanca yaşamasını sağlamak “yaşatmaktır”, kaynakları iyi kullanmak da “parayı basmaktır.”

Biraz da; ziyaretlerimizde müşahade ettiğimiz ve insanın yaşamasına olumlu/olumsuz etkileri olacak olgulara değinelim:

En çok dile getirilen hususların başında; belediyelerin içerisinde bulunduğu mali imkansızlıklar geliyor. Özellikle, ekonomideki yüksek enflasyonist ortam belediyelerin yatırımlarını karşılamakta, hatta çalışanlarının ücretlerini ödemekte zorlanmalarına sebebiyet veriyor. 

Ülkemizde işsizliğin yüksek olmasının sonucu olarak, belediyelerde işe girmenin nispeten daha kolay olması, belediyelerin istihdam baskısına maruz kalmasına neden olmaktadır. Genellikle de farklı argümanlarla belediyelerin buna prim tanımaları; belediyelerimizde liyakatin yerleşmemesine, kurumsallaşmanın oluşmamasına sebebiyet vermektedir.

2004 ve takip eden yıllarda belediye mevzuatında yapılan düzenlemelerle belediyelerimize; sosyal ve ekonomik hayatın hemen hemen her alanına sirayet edecek şekilde faaliyette bulunabilecekleri derecede görev ve yetki verilmiştir.

Ancak, merkezi idare mahalli idareler üzerindeki vesayet yetkisinden kaynaklanan oto-kontrol mekanizmasının bir yansıması olarak bazı kısıtlamaları belediyeler üzerinde uygulamaktadır. Uygulanan birçok kısıt veya merkezi idarenin onayına bağlanan birçok işlem, belediyelerin hızlı hareket etmesini engellemektedir.

Merkezi idare; belediyelerin iş ve işlemlerin yürütülmesinde uyguladığı katı izin verme uygulamasından ziyade, halkın oyları ile seçilen belediye yönetimlerine güvenmek, tarafsız ve objektif bir hukukilik denetimi ile iş ve işlemlerin hukuk içerisinde, yolsuzluklardan ve usulsüzlüklerden uzak yürütülmesini, kaynakların etkin ve verimli kullanılmasını temin etmelidir.

Zira; merkezi idarenin iznine bağlanan her işlem başta siyasi olmak üzere birçok etkenden dolayı amacını aşmakta, bazı belediyelerde ziyadesiyle toleranslı uygulanabilmekte, bazılarında ise tam aksine hizmetleri engelleyici bir sonuca evrilebilmektedir.

Mevzuat kısıtlarına bir de belediyelerdeki yanlışta ısrar etme; alışılmış yanlışları kanunlardan daha üstün görme anlayışı ve “ama biz hep böyle yapıyorduk” şeklindeki ısrarcı duruş; okumak, araştırmak, analiz etmek yerine, çözümcü ve analitik bakmama alışkanlığına sahip, bilgilerinin güvenirliliği konusunda tereddütler oluşan ve çözüme katkısı olmayan danışılan görüşlerinin tercih edilmesi; vatandaş memnuniyetini ve hizmet etkinliğini sağlayan çözümleri üretecek belediye bürokrasisinin oluşmasına engel olmaktadır. 

Çözüm yerine çözümsüzlük üretilmesinin psikolojik ve sosyolojik yönünü, bir sonraki yazımızda değerlendirmek üzere yazımı; “Hukuki zeminde, vatandaş memnuniyetini sağlayan, çözüm odaklı ve verimli belediyecilik hizmetlerinin yürütülmesi” temennisiyle “Belediyeler; bir adam asamaz, bir de para basamaz” yerine diyoruz ki; “Belediyeler; insanı yaşatır, kaynağı yaratır.”