Yönetişim Anlayışı Çerçevesinde Yerel Halkın Katılımı

Canan Gönüllü Dr. Öğr. Üyesi, Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Sosyoloji Bölümü

Belediyeler, yerel yönetimler arasında vatandaşlarla doğrudan temas kurma konusunda en fazla imkâna sahip olan birimlerdir. Hal böyle olunca, vatandaşların ihtiyaçları noktasında hizmet geliştirmenin de en etkili yolu, vatandaşların belediyecilikle ilgili hizmetler konusunda yönetim anlayışına katılımının sağlanmasıdır. Bu noktada dikkat edilmesi gereken bir konu olarak da yönetim anlayışına vatandaş katılımını sağlamanın nasıl mümkün olabileceğidir.

Belediyelerin, yerel halkın istek ve ihtiyaçlarına uygun uygulamalar geliştirmesi ve bunu yaparken de kıt kaynakları olabildiğince işlevsel kullanması gerekmektedir. Belediyelerin; şeffaf, hesap verebilir, hukukun üstünlüğünü tanıyan ve aynı zamanda denetlenebilir yapısını göz ardı etmeden vermekte olduğu hizmetin asıl muhatabı olan yerel halkla da işbirliği içinde bir yönetim anlayışı benimsemesinin; hem hizmetlerin doğru yerlerde gerçekleştirilmesi hem de vatandaşların memnuniyeti için son derece önemli bir noktada yer almaktadır. “Yönetişim” olarak da literatürde sıkça kullanılan bu durum, özellikle karar alma süreçlerinde vatandaşların bilgi, fikir, ihtiyaç, görüş ve isteklerinin de dikkate alınmasını içermektedir.

Belediyeler, kimi zaman yerel halkın istek ve gereksinimlerini yerinde tespit edebilirken; kimi zaman da sivil toplumun daha kurumsal olarak toplumda yer bulduğu şekliyle sivil toplum kuruluşları (STK) aracılığıyla yönetim anlayışına dâhil edebilmektedir. Vatandaşların teker teker yönetime katılmasının, -şehirlerin büyüklüğü çerçevesinde değerlendirme yapıldığında- sürdürülebilir tarafının eksik kalacağı söylenebilmektedir. Ancak şehirlerde gerek ulusal çapta hizmet veren kuruluşların temsilcilikleri aracılığıyla gerekse de yerel olarak kurulmuş ve hizmet vermekte olan kuruluşlar aracılığıyla; özelde kuruluşların ancak genelde yerel halkın yönetime etki edebilmesi sağlanabilmektedir. 

Ancak bu durum, çeşitli sıkıntıları da beraberinde getirebilmektedir. Belediyeler kimi zaman, yönetim anlayışını, yönetişim ilkeleri çerçevesinde geliştirmek konusunda isteksiz davranabilmektedir. Bu durumda sivil toplum kuruluşları yönetime, fikir sunmak suretiyle bile dâhil olmak konusunda engellerle karşılaşabilmektedir. Bir diğer sorun ise, yerel halkın organize olmak konusunda yetersiz kalabilmesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Sivil toplum kuruluşları, gönüllülüğe dayalı bir esasla hareket ettiğinden, insan kaynağı ve mali kaynaklar konusunda sıkıntılar yaşayabilmesi muhtemel yapılardır. Bu gibi durumlarda, belediyelerle işbirliğinin kurulabilmesi noktasında bir motivasyonları bulunmayabilmektedir. Hem belediyelerden kaynaklanan hem de yerel halkın organize olması noktasında yaşanması muhtemel sıkıntıların yanında, başka bir sıkıntı daha yer almaktadır ki özellikle nicelik olarak daha küçük şehirlerdeki belediyelerde bu durum sıkça gözlemlenebilmektedir. Belediyeler, bir siyasi partinin temsiliyeti olmasından kaynaklı olarak, şehirde yer alan sivil toplum kuruluşlarıyla görüş birliğine varamaması sebebiyle; iletişim süreçleriyle başlayan ve giderek büyüyen sorunları görülebilmektedir. Sivil toplum kuruluşları kendi ideolojik düşüncesinden farklı bir kurumla işbirliği yapmak istememekte ya da belediyeler bu kaygıyı güdebilmektedir.

Esasen bakıldığında, hem belediyeler hem de sivil toplum kuruluşlarının halka hizmet noktasında ortak bir amacı paylaştığı görülmektedir. Bu amaç doğrultusunda, yerel yönetimlerin, her vatandaşına eşit derece hizmet vermekle yükümlü olduğunu unutmaması, sivil toplum kuruluşlarının da halkın faydasında olması beklenen her işbirliğine bu amaç doğrultusunda katılmasının demokrasinin de bir gereği olduğunu göz önünde bulundurması gerekmektedir. Karar alma süreçlerinde, sosyal aktörler, paydaşlar ve vatandaşların aktif katılım sağladığı durumlarda, ortaya çıkması beklenen sonucun etki alanı da bu çeşitliliğe bağlı olarak o denli geniş olacaktır.

Şehirlerin, öncelikle kendi dinamikleri ve ihtiyaçları doğrultusunda kalkınabilmesi için, bütünsel bir yönetişim anlayışının öncelikle il bazında sağlanması gerekmektedir. Ardından bölgesel dinamiklerin iyileştirilmesine yönelik adımların atılmasıyla daha büyük gelişimler gösterilebilmektedir. Yönetişim anlayışı çerçevesinde, belediyelerin daha katılımcı bir anlayışı benimsemesi gerekmekte ve sivil toplum kuruluşlarının da güçlendirilerek yönetimde aktif rol oynayabilecek bilinç ve sorumluluğa ulaşması gerekmektedir. Goethe’nin de söylemiş olduğu gibi; “En iyi yönetim; kendi kendimizi yönetmeyi bize öğretebilecek yönetimdir”.