İlber Hoca’nın Karadeniz Üzüntüsü..!

Salih Üçüncü Siyaset Bilimci

“Bir kır kahvesinde çay içmenin, mahalledeki çay ocağında oturup sohbet etmenin, deniz kenarında yürümenin, doğada gezmenin ne büyük bir nimet olduğunu salgın günlerinde daha iyi anlamışızdır.”

Hocaların hocası Merhum Halil İnalcık hocanın tedrisatını görme ayrıcalığına erişen İlber Ortaylı hocanın yazısını okurken Karadeniz ve çarpık kentleşme vurgusu dikkatimizi çekti. Bu şehirlerde yaşayan insanlar olarak bizim gördüğümüz ve çaresizce yaşadığımız değişimi kendine has üslubuyla anlatıyordu İlber Hoca. Allah sağlıklı, uzun ömürler versin diyelim ve hocamıza kulak verelim:

“1960’larda hatta 1970’lerin başında Samsun Çarşamba’sını geçerek Rize’ye doğru gittiğimizde sonsuz bir yeşillik ama asıl önemlisi birbirinden şirin kasabalardan geçilirdi. Giresun ve Trabzon’un eski yapıları, konakları, kâgir evleri bir ustalık eseriydi ve bunu yapan ustalar da hâlâ hayattaydı. Ne oldu? Bu saydığımız şeritteki yerleşmelerde nüfus o kadar büyük patlama göstermiş değil. Zira genç nüfus oraları terk ediyor, büyük şehirlere göç ediyor. Öyleydi ve hâlâ da öyle. Etrafta yapılan acayip ve çirkin çok katlı binaların mesken ihtiyacına cevap vermesinden çok bir nevi yatırım olarak düşünüldüğü açık. 

Karadeniz gezisi yaptığınız zaman burada artık Karadeniz kalmadığını görürsünüz. 1966’da buradan geçtiğimiz vakit rüya gibi bir yurt parçasıydı. Eski konaklar, kâgir yapılar, yeşillik birbirini izliyordu, bakmaya doyamamıştık. (https://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/ilber-ortayli/istanbulun-kazanci-41751225) “

Maalesef kültür değerlerimiz gibi yaşadığımız çevre de erozyona uğruyor. Üretmeden ve sanayileşmeden hızla zenginleşme arzusu ve buna ortam sağlayan iklim ülkemizde fazlasıyla mevcuttur. Ülkemiz iş insanlarında beton ve kazanç, ayrılmaz bir zenginleşme aracı olarak uzun yıllardır hakim kanaat halini almıştır. Şehirlerimizin, sahillerimizin öz düşmanı “dikey mimari” anlayışı devam ettikçe bunun önüne geçmek de maalesef mümkün görünmemektedir. 

Çocukluğumuzda gittiğimiz köy düğünlerinde güğüm dibine elle vurularak oluşturulan ritim eşliğinde  “Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar” türküsü söylenir ve gelinler ağlatılırdı. Günümüzde köy düğünleri pek kalmadığından bu türkü çok söylenmese de “Yüksek yüksek binalarla” şehirlerin köküne dinamit koyuyoruz artık. Vizyoner isimlerle satışa sunulan nerdeyse gökyüzüne değecek yüksek binalarla şehirlerin kimyası bozulmuş, çuvalla para vererek bu binalarda oturma yarışı statü belirleyici bir hal almıştır. 

Oysa kovid-19 salgını ve beraberinde gelen kısıtlamaların bize verdiği en büyük ders yaşanabilir sağlıklı bir çevreye olan ihtiyaçtır. Bir kır kahvesinde çay içmenin, mahalledeki çay ocağında oturup sohbet etmenin, dışarı çıkmanın, sokakta dolaşmanın, nefes alabilir bir çevrede yaşamanın ne büyük bir nimet olduğunu bu süreçte anlamadıysak salgından daha vahim bir durumla karşı karşıyayız demektir.