Türkiye’nin kıyı kentlerinde her yıl yinelenen su baskınları, taşkınlar ve altyapı krizleri; sadece bir meteorolojik vakaya değil, derin ve yapısal bir planlama meselesine işaret etmektedir. Artık görülmelidir ki yaşanan bu olaylar, doğanın değil, insan eliyle şekillendirilen kentleşme pratiklerinin doğal sonuçlarıdır.
Kentsel gelişim kaçınılmazdır. Ancak bu gelişimin doğal eşikler, iklim gerçekleri, nüfus projeksiyonları ve altyapı kapasitesi gibi değişkenleri dikkate alarak yürütülmesi, şehirlerin dirençli, yaşanabilir ve sürdürülebilir olması açısından zorunludur. Aksi hâlde, büyüyen nüfusa rağmen aynı kalan altyapılar, genişleyen yapı stokuna karşın daralan yeşil ve geçirgen alanlar, geleceğin değil geçmişin kentlerini yeniden üretmek anlamına gelir.

Vadiler ve Akarsu Koridorları: Doğanın Uyarı Hatları
Özellikle deniz kıyısında kurulu kentlerde vadiler, dereler ve doğal su yolları hem topografyanın hem de su döngüsünün vazgeçilmez parçalarıdır. Ne var ki, birçok yerleşim alanında bu doğal akış hatlarının üzeri zamanla betonla örtülmüş, yol ya da yapılaşma amacıyla kapatılmıştır. Bu uygulamalar, şehirlerin doğal tahliye ve drenaj sistemlerini ortadan kaldırarak, hidrolojik dengenin bozulmasına, mikro iklimin değişmesine ve afet risklerinin artmasına neden olmuştur.
Unutulmamalıdır ki vadiler sadece birer boşluk değil; aynı zamanda doğanın nefes borularıdır. Üstünü kapatmakla yalnızca suyun yönünü değil, aynı zamanda geleceği de tıkamış oluruz. Su, eninde sonunda bir yol bulur; ancak o yol artık planlı değil, rastlantısaldır.
Altyapı Yatırımları: Gözle Görünmeyeni Görmek
Kent yönetiminde gözle görünmeyen altyapılar (yağmur suyu hatları, kanalizasyon sistemleri, içme suyu şebekeleri, atık transfer mekanizmaları vb) çoğu zaman geri planda kalmaktadır. Oysa bir kentin sağlıklı işleyişi, bu görünmeyen sistemlerin gücüne ve sürekliliğine bağlıdır.
Ne yazık ki pek çok yerleşimde, altyapı yatırımları nüfus artışı öngörülerinden, iklim değişikliği senaryolarından ve topografik analizlerden bağımsız şekilde yürütülmekte; bu da kalıcı çözümler yerine geçici müdahaleleri beraberinde getirmektedir.

Doğayla Uyumlu Kentleşme İçin Bir Yol Haritası
Bugün geldiğimiz noktada, artık daha fazla gecikmeden şu adımların atılması elzemdir:
1. Mevcut altyapı kapasitesi; nüfus, yapı yoğunluğu ve iklim verilerine göre yeniden değerlendirilmelidir.
2. Nüfus projeksiyonlarına dayalı planlama anlayışı, yapılaşma kararlarında merkezî bir referans olmalıdır.
3. Vadiler, dere yatakları ve doğal su yolları, yalnızca korunmakla kalmamalı, kent planlarında ekolojik koridorlar olarak yeniden tanımlanmalıdır.
4. Yağmur suyu ve atık su sistemlerinin ayrıştırılması, afetlere karşı dirençli bir altyapının ön koşulu olarak ele alınmalıdır.
5. Afet riskleri, bütünleşik kent planlama süreçlerinin temel bileşeni haline getirilmelidir.
Kenti Anlamak, Geleceği Tasarlamaktır
Kentler, sadece yapılarla değil, aynı zamanda planlamayla, öngörüyle ve doğayla kurulan ilişkilerle var olur. Bugünün ihmal edilen teknik ayrıntıları, yarının büyük krizlerine dönüşmeden önce; doğaya kulak veren, bilimsel veriye dayanan, bütüncül bir kent yönetimi yaklaşımı geliştirmek mümkündür.
Kentleşme, sadece genişlemek değil; anlamlandırmak, uyumlanmak ve sorumlulukla şekillendirmektir. Bu anlayışı yerel yönetimlerimizin, teknik kadrolarımızın ve kent paydaşlarının öncelikli gündemi haline getirmesi, sadece bugünün değil; gelecek kuşakların da yaşam kalitesini doğrudan belirleyecektir.
