Kevgirle Su Taşınmaz: Kamuda Etik ve Mali Disiplin Nereye Gidiyor?
Bir kamu kurumunun en büyük zenginliği, sadece kasasındaki para değildir; aynı zamanda değer sistemidir, ilkeleri ve kurumsal duruşudur. Ancak bazı belediyelerde, bazı kamu idarelerinde bu duruşun sarsıldığına tanık oluyoruz.
Kamu yönetiminde temel amaç; kaynakları etkin, verimli ve şeffaf bir şekilde kullanarak, toplumsal faydayı azami düzeye çıkarmaktır. Bu amaç doğrultusunda oluşturulan ihale ve satın alma süreçleri, kamu malının korunması ve kamu yararının gözetilmesi açısından kritik öneme sahiptir. Ancak teoride bu kadar net olan bu çerçeve, uygulamada çeşitli zafiyetlerle karşı karşıya kalmakta; süreçler kimi zaman hukuk devleti ilkesinden sapmalarla şekillenebilmektedir.
İhale sürecinin başından sonuna kadar tablo ne yazık ki çoğu yerde benzerdir:
Bir yanda yüklenici firma, öte yanda ise kamu adına yetkilendirilmiş yöneticiler yer alır. Ancak bu ilişkinin merkezinde çoğu zaman kamu yararı, etik ilkeler ve hesap verebilirlik bulunmaz.
İhale ilanından sözleşme imzalanmasına, teknik şartnamenin hazırlanmasından yaklaşık maliyetin tespitine kadar geçen süreçte; şeffaflık, eşitlik ve kamu yararı ilkeleri kimi zaman geri planda kalmakta, bunun yerine kişisel inisiyatiflere dayalı ve mevzuatla tam uyumlu olmayan uygulamalar öne çıkabilmektedir.
Bu durum yalnızca sürecin tasarımında değil, süreci yürüten aktörlerin yaklaşımında da kendini göstermektedir. Kurumsal denge mekanizmaları işletilmediğinde, karar alma süreçleri bireylerin kişisel tercih ve ilişkilerine bağımlı hale gelmektedir.
Ve işin tamamlanmasıyla birlikte daha karmaşık bir tablo ortaya çıkmaktadır.
Bu kez gündem, “en uygun teklif” değil, “en hızlı ödeme” olmaktadır.
Ödeme sürecinde yine aynı aktörler karşı karşıya gelir; ancak bu defa teknik hususlar değil, mali ve kişisel beklentiler konuşulur:
“Bu kadar iş yaptık, ödemeyi biraz öne çekelim…”
“Şunu da kapatırsanız diğer faturayı sonra getiririm…”
- Ne alınan hizmetin kalitesi denetlenir, ne de belgelendirme titizlikle gözden geçirilir.
- Kamu görevlileri, yüklenicinin ödeme planına uyum sağlamaya zorlanır.
- Süreç, giderek hukuki çerçeveden uzaklaşıp, kişisel ilişkilerin yön verdiği bir zemine kayar.
Üstelik bu durum yalnızca uygulayıcı kadrolarla sınırlı değildir.
Bazı üst yöneticiler, müteahhitlerle ilgili yeni idari süreçlerin doğmaması adına, alt düzey yöneticilerin yüklenici karşısında yalnız bırakılmasına göz yumabilmektedir.
Bazı kamu görevlileri ise, hukuken yetkileri bulunmamasına rağmen, yüklenicilerle ödeme planı görüşmeleri yapmaktadır; bu da kurumu değil, karşı tarafı temsil eden bir algı yaratmaktadır.
İdari hiyerarşi, etik ilke, hukuki sorumluluk ve bürokratik nezaket; zamanla kişisel diyalogların ve esnek yorumların gölgesinde kalmaktadır.
Kafamda bu karışık düşüncelerle, gayriihtiyari yanımdakine sormuşum:
“Süzgeç su tutar mı?”
Cevap: “Bu kevgirle su taşımaya benzer.”
Ne kadar anlamlı bir cevap…
Kamu bütçesi, yapısal denetimlerden yoksun kaldığında; içinden dürüstlük, etik, şeffaflık ve hesap verebilirlik sızar gider.
Geriye yalnızca kurumsal yorgunluk, denetimsizlik ve belirsizlik kalır.
Su taşımaya çalışan kamu yönetimi, eğer kevgirle görev taşıyorsa, o suyu hiçbir yere ulaştıramaz. Su dökülür, güven zedelenir, kaynaklar heba olur.
Oysa hukuk, kamu görevlilerine açık ve net bir çerçeve sunar:
- Görevini kamu hizmeti bilinciyle yerine getirmek,
- Görevin ifasında dürüstlük, tarafsızlık ve şeffaflık ilkesine bağlı kalmak,
- Menfaat çatışmasından kaçınmak, çıkar temin etmemek,
- İhalelere müdahale etmemek, özel sektörden hediye ya da ayrıcalık kabul etmemek.
Ancak bugün geldiğimiz noktada:
- Kamu görevlileri, yüklenicinin belirlediği takvime göre ödeme planı yapabiliyor,
- Hakedişler, içeriğine yeterince bakılmadan onaylanabiliyor,
- Gecikme cezaları ya da eksik hizmetler göz ardı edilebiliyor.
Bu durum sadece etik dışı bir pratik değil; aynı zamanda kamusal kaynakların etkin, ekonomik ve verimli kullanımına aykırı bir zafiyettir.
Unutulmamalıdır ki:
Etik ilkelerin ihmal edildiği yerde, sadece idari aksaklıklar değil; güven, saydamlık ve kamu bilinci de zayıflar.
Gelirler izlenmediğinde, alacaklar tahsil edilmediğinde, kontrol mekanizmaları işletilmediğinde; kamu mali yönetim sistemleri bir süre sonra yalnızca bütçeyi yöneten bir büro olmaktan çıkar.
Adeta yakınlara, imtiyazlılara ve güçlü olana öncelik tanıyan, samimiyet ve kişisel yakınlığa göre hareket eden bir idareye dönüşür.
Ve bu da kamu maliyesi açısından sürdürülemez bir tabloyu beraberinde getirir. Çünkü kamu finansmanı, kişisel inisiyatiflerle veya yüklenici tercihlerine göre yürütülemez.
Bugün yüksek sesle bir çağrıda bulunmak gerekiyor:
Etik ilkelerle yönetelim, mali disiplinle yönetelim, kamusal değerle yönetelim!
Kamu görevlileri olarak;
İş yapandan yana değil, kamu yararından yana durmak zorundayız.
Müteahhidin değil, milletin hakkını gözetmek zorundayız.
Ve en önemlisi; kamu kaynaklarını taşıyorsak, bunu kevgirle değil, güvenle ve liyakatle taşımak zorundayız.