Uzun yıllardır mahalli idarelerin içinde, hem merkezi idare kısmında hem de bizzat mahalli idarelerin içerisinde idari birçok düzeyde görev almış bir uzman, bürokrat ve danışman olarak şunu net bir biçimde ifade edebilirim: Bugün birçok belediye, asıl olarak kanunlaştırılmış alışkanlıklarla/yanlışlarla veya ezberlenmiş yanlışlarla/alışkanlıklarla yönetiliyor. Yani doğruluğu hiçbir zaman sorgulanmamış ama zamanla “böyle yapılır” diye kabul edilmiş pratikler, neredeyse resmi prosedür muamelesi görür hale gelmiştir. Üzülerek ifade etmeliyiz ki; bir çok yerde bu durumun başlıca kaynağının, kurum içi yönetici ve çalışan refleksleri olduğunu gözlemliyoruz.
Belediyelerde sıkça karşılaştığımız temel sorunlardan biri, mevzuatın eksik, yüzeysel ve korumacı biçimde yorumlanmasıdır. Oysa yasa ve yönetmelikler, hizmet üretimini kolaylaştırmak için vardır; hizmeti geciktirmek, engellemek veya sırf risk almamak adına “uygulamamak” için değil. Ancak birçok idari birim, mevzuatı çözüm üretme aracı olarak değil; sorumluluktan kaçma gerekçesi olarak kullanmaktadır. Bu yaklaşım, sadece hizmet kalitesini değil, kurumun iç dinamiklerini ve çalışan motivasyonunu da zayıflatmaktadır.
Diğer yandan, kurumsal alışkanlıklar büyük ölçüde sorgulanmadan sürdürülmektedir. “Daha önce nasıl yapıldıysa yine öyle yapalım” anlayışı, birçok yenilikçi çözümün önünü tıkamaktadır. Hatta bu alışkanlıklar, yeni personelin ya da dışarıdan gelen uzman önerilerinin bile “bizde işler böyle yürümez” denilerek reddedilmesine neden olmaktadır. Oysa kamu kurumları, özellikle belediyeler, değişen toplumsal dinamiklere göre kendini sürekli yenilemek zorundadır. Değişmeyen bir belediye, kısa süre içinde hem halk nezdinde hem de kendi içinde işlevsizleşmeye başlayacaktır.
Bir başka yaygın sorun, süreç yönetimi konusundaki verimsizliklerdir. Belediyelerin birçok idari süreci, gereksiz işlem adımları, çok katmanlı onay mekanizmaları ve kurumsal hantallık nedeniyle ya çok uzamakta ya da tamamen sonuçsuz kalmaktadır. “İşlem tamamlandı” demekle “hizmet üretildi” demek arasındaki farkın çoğu zaman farkında olunmamaktadır. Oysa etkili süreç yönetimi; yalın, şeffaf, sorumluluk alanı net ve izlenebilir olmalıdır.
Yine de bu tablo kader değildir. Belediyelerin çözüm üretme, vatandaş memnuniyetini artırma ve kurumsal verimlilik sağlama potansiyeli hâlâ güçlüdür. Ancak bu potansiyelin açığa çıkması için önce mevcut zihniyetin değişmesi gerekir:
• Mevzuat, bir tehdit değil rehber olarak görülmelidir.
• Kurumsal alışkanlıklar, doğru olup olmadıklarıyla birlikte ele alınmalıdır.
• İnovasyon ve dış katkılar tehdit değil, fırsat olarak değerlendirilmelidir.
• Süreçler, iş yapmayı kolaylaştıracak biçimde sadeleştirilmelidir.
Belediyecilik artık sadece “iş yapmak” değil, “nasıl daha etkili, daha hızlı, daha katılımcı ve daha doğru iş yapılır” sorusunun cevabını aramakla ilgilidir. Bu soruyu samimiyetle soramayan bir kurumun, halktan gelen soruları cevaplaması, sorunlarına çözümler üretmesi de giderek zorlaşacaktır.
Sonuç olarak, içinden geçtiğimiz dönem; belediyecilik anlayışında ezberleri bozma, kanunlaştırılmış yanlışları sorgulama ve kurumsal refleksleri yenileme dönemidir. Cesaret, liyakat ve açık fikirli bir yaklaşım olmadan bu dönüşüm mümkün değildir.